21 Mayıs 2010 Cuma

KEDİLİADAM


Yine bi yerlerde içki sofrasına oturmuş içiyoruz. Ben, dayım ve dayımın oğullarım ve kızlarım diye sevdiği asistanları, kısaca bir grup doktor ve ben...

Aklıma nerden geldiyse şöyle sordum. "Dayı insan kanser olduğunu anlayabilir mi?" Dayım ise her zamanki üslubuyla şöyle cevap vermişti: "Kızım boşver sen bunları, o kadar kolay anlayamazsın. Yarın ölecek gibi yaşamaya bak sen!"

Bundan yaklaşık 1 yıl sonra bir akşamüstü işten eve dönmüştüm. Annem aradı. “Dayın emar çektirmişti, sanıyorum kötü bir durum var, hemen anneannenlere gel...” dedi.

Ve böylece o dev gibi adama asla konduramadığımız hastalıkla 16 ay sürecek mücadelemiz başladı.

Bazen umutlar tükendi… Bazen mucizelere inandık...

O yalnızca benim dayım değil aynı zamanda çok da iyi bir arkadaşımdı. Onu tanıyan tüm arkadaşlarımın da Gökhan Dayısı.

Gitmeden 2 gün önce konuşmuştuk. Bizi duyuyordu. Ama gözlerini açamıyor, cevap veremiyordu. Sadece elimizi sıkarak iletişim kuruyordu.

Ben de dayımın ellerinden tuttum. Madem öyle biz de seninle böyle konuşalım dedim ve ellerini sıkıca tutup gözlerimi kapadım. Tıpkı onun yaptığı gibi içimden konuştum. Asla yalnız kalmayacağını, bir gün gitse bile hep yanımızda olacağını, hep yanında olacağımızı söyledim. Biliyorum ki duydu söyleriklerimi…

16 ayın sonunda bir pazar sabahı hastane odasında beyaz örtüsünü kaldırıp son bir kez öptüm. Artık dedemin yanına gidiyordu.

Biliyorum ki 3 nesil artık bir arada. Dayım, dedem ve dedemin babası. Üçü de Edirne'li, üçü de içti mi sağlam içenlerden. İnanıyorum ki oralarda bir yerlerde birlikte tıpkı eskiden olduğu gibi güle oynaya rakılarını tokuşturuyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder